19 Ekim 2009 Pazartesi

MAKALE II

GÖÇLER ve ROMA İMPARATORLUĞU

(Bölüm 1)


Bu metnin tamamının hazırlanmasında Jacques ATTALİ’nin L’Homme Nomade adlı kitabından alıntılanan “Pour En Finir Avec L’Empire Romain” alt başlıklı yazısı temel oluşturmuş, Stephan Williams ve Gerard Friell’in Survival of the Roman Empire adlı makalesinden yararlanılmıştır.

M.S. ilk yüzyılla birlikte Roma zayıflama sinyalleri vermeye başlayınca çevresindeki halkların saldırılarına uğramaya başladı. Akdeniz çanağı çevresine sahip olarak Roma İmparatorluğu’nun batı sınırları Atlantik’e, doğu sınırları Fırat Nehri’ne kadar uzanıyor, Ren Nehri, Kara Ormanlar, Tuna Nehri ve Karadeniz çizgisi Roma dünyası ile Barbar denilen göçebe halklar arasındaki sınırları oluşturuyordu. Milat’tan hemen sonraki ilk yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu açısından bu sınırlar aynı zamanda kontrol edilebilirliğin de sınırlarını oluşturuyordu. Roma tehdidi altında olan halklarla, Roma’ya bağlı olup da bu bağımlılıktan kurtulmak isteyenler harekete geçtiler, kimi İmparatorluğu yıkmayı kimileri de Roma topraklarından kendilerine bir yurt kopartmayı hedefliyordu. Yüzyıllar süren bu sürece kimileri “Barbarların istilası” kimileri de “Kavimler göçü” (Völkerwanderung) dedi. Bir başka açıdan bakınca göçebe kuzey halklarının yerleşik güney halklarının topraklarında var olma mücadelesi vermeleriydi.Atlantik kıyılarında, Japon Deniz’i kıyılarına kadar aynı serüven yaşanıyordu.
II. Yüzyılın başlarında bu dış baskı karşısında Hadrianus Roması bir savunma stratejisi benimsedi. 117 yılında Ren Nehri boyunca limes denilen birlikleri güçlendirdiler, Britanya adasında Hadrianus surlarını inşa ettiler. Bunu sınırların muhafazasında bir çare olarak bazı kavimlere “foederati” lik, yani sınırların başka halkların saldırılarına karşı savunulması koşuluyla yerleşme izni verilmesi takip etti.Bir tür müttefik kabul edilen bu kavimler kendi liderleri tarafından yönetiliyorlar ve gene onların komutası altında Roma ordusunun yanında savaşıyorlardı.
Bu arada III.yüzyılda İmparatorluğun yaşadığı uzun süreli kaos, isyanlar, iktidar kavgaları ve iç savaşlar, ağır vergiler salınmasına, idari sistemin çökmesine, şehirlerin dağılmasına, toprak sisteminin bozulmasına, tarımın zayıflamasına, yollarda güvenin kalmaması ulaşım ve gıda naklinin zaafa uğramasına, merkezi otoritenin sarsılmasına ve genel olarak ahlaki bir çöküntünün yaşanmasına neden oldu. Şehirler ve başlıca yerleşim yerleri dağıldı, nufüs kayıpları yaşandı ve Roma’nın savunma gücü büyük ölçüde zayıfladı.

284 yılında Diokletianus merkezi otoriteyi tekrar sağlamayı başardı fakat pratik nedenlerle, yönetsel bir çare olarak İmparatorluğu ikiye böldü ve Maximianus ile paylaştı. Kendilerinden sonra kimlerin geleceğini de (sezarları) belirleyerek tetrarki denen dörtlü yönetimi getirdi. Orduyu kuvvetlendirmek için asker sayısını arttırmak istedi fakat askere almak için yeterli sayıda Roma vatandaşı bulamadı. Bu nedenle “foederati” denilen müttefik kavimlerden, Germen kökenli bir halk olan Franklar’dan asker topladı. Daha sonra 330’da ardılı Konstantin bu tür askerlerin yüksek rütbelere çıkabilmelerine imkan tanıdı.Diokletianus ve Konstantin İmparatorluğu yeniden biçimlendirdiler, Konstantin başkenti kendi kurduğu (11 Mayıs 330) ve adını alacak olan şehre Konstantinopolis’e taşıdı ve Hıristiyanlık onun sayesinde devlet himayesine girdi. Moral çöküntüye çare olarak gecikmeli de olsa bu din benimsendi.

2 yorum:

  1. BİZANS'ın başkentinde doğup, büyüyen kardeşin,
    sana teşekkür ediyor..şehrimin geçmişini bizlere aktarmağa başladığın için.Sağol baba...(S.G)

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel yazılmış bi yazı.. Bunu ancak ihtiyar bilge bir kişi yazabilir..))

    Dr. Ahmet Girgin

    YanıtlaSil