29 Kasım 2009 Pazar

GÖÇLER ve ROMA İMPARATORLUĞU (Son Bölüm)

Bu metnin tamamının hazırlanmasında Jacques ATTALİ’nin L’Homme Nomade adlı kitabından alıntılanan “Pour En Finir Avec L’Empire Romain” alt başlıklı yazısı temel oluşturmuş, Stephan Williams ve Gerard Friell’in Survival of the Roman Empire adlı makalesinden yararlanılmıştır.


Ren kıyılarında Mayence yakınlarındaki son Roma garnizonları 31 Aralık 406’da kadın erkek, genç yaşlı, hayvanlarıyla birlikte Alan, Suev ve Vandal savaşçılarının buz tutmuş nehri geçişlerine şahit olacaklardır.
Vizigotlar’la uğraşmakta olan Ravenna’ya buna rağmen yardım ulaşmayacaktır. Britanya’dan gelip Galya’ya geçen birliklerin başındaki Konstantinus Lyon’a yerleşip kendini imparator ilan eder. Aynı anda İspanya’daki Roma ordusu da Maximus adında başka birini imparator ilan eder. Bu gelişmeler karşısında Stilicho düşmanı olan Vizigotları askere alıp İspanya’yı geri almak ister fakat 408 yılında saray entrikaları sonucu idam edilir. Britanya’dan ve Galya’dan lejyonlar çekip o toprakların geri gelmemek üzere göçerlerin eline geçmesinden sorumlu tutulur.
Vandallar 409’da önce Güney İspanya’ya, sonra da Afrika’nın kuzeyine kadar ilerlerler ve Roma ordusunu allak bullak ederler. Bir iddiaya göre İspanya’nın güneyine Andaluzya (Endülüs) denmesi Vandallar’dan kaynaklanmaktadır.
Suevler de İspanya Galiçya’sına yerleşip orada bir krallık kurallar.
Roma birlikleri kamplarını boşaltırlar. Roma yönetimi çözülür.Şehirler, büyük yerleşim yerleri terk edilir.Armorik ve Alpler’de köylüler tarlalarını terk edip ormanlara sığınırlar.Galya dilinde anlamı bir araya gelenler olan “Bagodlar” adı altında üyeleri arasında etnik bir bağ olmayan yeni tip bir göçebe kabile oluştururlar. Fakirlik temel bir tehdit olarak ortaya çıkar ve bu gelecekte bütün iktidarlar için bir saplantı olur.Yeni göçebelerin bu yükü bundan sonra Kilise’nin, birkaç asır sonra laik iktidarların ve refah devletlerinin omuzuna yük olur.
Bir süreye kadar Romalılar’la ittifak içinde olan Ren Frankları (foederatiler), terk etmeden önce 410’da Roma şehrini ve İtalya’yı yağmalayan, Fransa’nın güneyinden geçip 412’de İspanya ulaşıp Vandal ve Suevleri sıkıştıran Vizigotlar’la uğraşırken taraf değiştirirler ve Treves’e saldırırlar. Beş yıl sonra da bir başka germen kökenli güney Baltık halkı olan Burgonlar Ren’i geçip önce Akitanya’ya (bugun kü Fransa’nın ortası) sonra İspanya’ya inerler.
Akınlara direnebilmek için Roma, daha önce reddetmiş olmasına rağmen bu istilacı halklardan bazılarına foedarati statüsü vermek ister ama artık çok geçtir. Bu halklar artık güçlerini Roma adına değil kendi çıkarları adına kullanmak durumundadırlar.
Bütün zorluklara rağmen direnme mücadelesi içinde olan Roma’yı V.yüzyılın ilk çeyreğinde Akdeniz çevresinde yayılan veba salgını vurur. Kuzey topraklarına ulaşmayan bu salgın barbarların adeta doğal müttefiki olur ve Roma’nın takatini iyice kırar.
Batı Roma’da iktidarı zorla gaspetmiş olan Konstantinus 421 yılında ölür, bir süre sonra yerine Doğu Roma’nın İmparatoru II.Teodosius (h 408-450) tarafından 30 yıl batı tahtında oturacak olan III.Valentianus (h 425-455) geçirilir, başkenti Ravenna’dır.
425 yılında becerikli bir komutan olan Aetius Roma’nın elinde kalanları bir araya toplar. Bu sıralarda Vandallar, Suevler ve Vizigotlar ellerine geçirdikleri topraklarda kendi aralarında rekabet içindedirler. Afrika’nın kuzeyinde Vandallar Romalılara ait yerleri ardı ardına ellerine geçirirler. 431 yılnda, bir yıl önce ölmüş olan Sen Augustin’in şehri Hippone’a girerler. Galya’da on yıl içinde Aetius az sayıda Roma birliğinin de içinde olduğu Franklar’dan, Saksonlar’dan, Anglolar’dan, Jütler’den, Lombardlar’dan, Burgonlar’dan ve Alamaniler’den oluşan etkin bir ordu oluşturmayı başarır. Vandalları Rhon vadisine doğru sürer ve karşısında zamanın en korkulu savaşçıları olan Hunları bulur, barbarlar arasında Hıristiyan olmayanlar da bir tek Hunlar’dır.
Yeni önderleri Attila ve Bleda kardeşlerin liderliğinde İmparatorluğun her iki parçasına Doğu ve Batı’ya saldırıya geçerler. Büyük olan Attila kurnaz ve pazarlığa yatkındır, Latince ve Yunanca bilir, katliam ve yağmanın bir sonunun olmadığının bilincindedir.
Her iki kardeş ilk olarak Ren üzerinde kurulu bir Burgon krallığını yıkmışlar, bura halkının bir kısmını Saone ve Loire arasına sürmüşler, 80000 kadarını da Savoie’ya doğru itelemişlerdir.
(Bölüm 4)
449’da Attila Bleda’yı öldürdükten sonra Yunanistan’a saldırmış daha sonra her yıl haraç ödenmesi koşuluyla Doğu Roma İmparatoru ile barış yapmış, hatta kendi hizmetinde kullanmak üzere İmparatorluktan bazı bürokratlar almıştır. Yerleştikleri yerler bugünkü Macar topraklarıdır.
Daha sonra Batı Roma topraklarına yönelir.451’de Helvetia (İsviçre) üzerinden Galya’ya gelir, beraberinde yönetimi altına aldığı Gotlar ve Burgonlar vardır. Troy Kataloniya’da Aetius ve müttefikleri Franklar,Keltler, Burgonlar ve Alanlarla birlikte Attila’yı durdurmayı başarır ve geri çekilmek zorunda bırakır. Bu bir yerde Batı’nın Hun ilerlemesini (bir anlamda gayri Hıristiyan bir gücü) durdurması demektir. Zamanın en büyük meydan savaşıdır bu. Aetius üstün gelmiştir ama Hunların güneye yönelmesine engel olamamıştır.Burada önemli olan nokta Hunların daha batıya gitmelerinin engellenmesidir. İtalya’ya giren Hunlar Roma kapılarına kadar dayanmışlar güvenliği için Ravenna’ya kaçmış olan İmparator III.Valentianus’un sarayını kuşatmışlardır. Attila ancak Roma Başpiskoposu Leon’un (o tarihlerde henüz papa ünvanı kullanılmıyordu) ödediği büyük kurtarmalık karşılığı aynı yılın sonunda geri çekilmeyi kabul etti ve bir süre sonra da öldü. Kurduğu İmparatorluk da hemen ardından dağılıverdi.
Bu tarihlerde Aetius Angloları, Jütleri ve Saksonları Britanya’dan çağırarak Keltleri Ren kıyılarının soluna iteledi. İmkansızı başaracak, barbarları sürüp çıkaracak İmparatorluğu kurtaracak gibiydi fakat 454 yılında başarılarını kıskanan İmparatoru Valentianus tarafından idam edildi.Bir yıl sonra da Valentianus öldürüldü.Onun sonrasında Batı’da imparatorlar genelde Germen kökenli kumandanların kuklaları olarak tahta oturdular. Ancak 467’de Doğu Roma İmparator’u Markianus’un damadı Antemius (h 467-472) Doğu’nun desteğiyle Batı tahtına çıkabildi. 472’den 476’ya kadar 4 yıl içinde de dört imparator geldi geçti. Sonunda Odovakar yönetimindeki Vizigotlar İtalya’yı ellerine geçirip Romulus Augustulus’u tahttan indirdiler. 476’da Odovakar, Doğu Roma İmparator’u Zenon’a bağlılığını sunarak imparatorluğun batı topraklarını yönetmeye başladı. Bir iddiaya göre Batı Roma İmparatorluğu böylece tarihe karışmış oldu. Bir uygarlık son buldu ve Batı Avrupa’da ortaya bir otorite boşluğu çıktı.
Buraya kadar Doğu Roma’nın Balkanlardaki topraklarına Vizigotlar’ın, Hunların ve Ostrogotlar’ın saldırılarını gördük. Anadolu toprakları Karadeniz tarafından korunduğu için kuzeylilerin saldırılarına karşı korunaklıydı. Doğu’nun doğu sınırlarındaki komşusu Sasaniler de yerleşik halkların bir devleti olduğundan Romalılarca kendilerinin muhatapları uygar bir toplum olarak kabul ediliyorlardı. Aralarındaki sorunları zaman zaman savaşarak fakat çoğunlukla diplomasiyle aşmaya çalışıyorlardı. Savaşlar her iki imparatorluk içinde maliyetli oluyordu. Roma ne kadar göçebelerin saldırılarına maruz kalıyorsa Persler de Hazar’ın kuzeyinden gelen akınlarla uğraşmak zorundaydılar.Bu nedenle birbirleriyle uğraşmak para ve güç kaybı demekti.
Özetle söylersek Roma İmparatorluğu’nun batı topraklarını kaybetmesi yüzyıllar süren kavimler göçünün bir sonucudur. Kavimler göçü sadece İmparatorluğa batıdaki topraklarını kaybettirmemiş zaman içinde eski ve yeni halkların kaynaşmasıyla yeni krallıkların ortaya çıkmasına, dillerinin oluşmasına, kültürlerinin şekillenmesine ve yeni bir tür yaşam biçiminin doğmasına ortam hazırlamıştır.
Buradan bir başka tartışma platformuna geçilebilir veya bir dizi sorunun yanıtı aranabilir.
Batı ve Doğu Roma ifadeleri mi doğru, yoksa Roma İmparatorluğu’nun batısı ve doğusu demek mi doğru ?
Batı Roma’mı tarihten silindi, yoksa Roma İmparatorluğu batı topraklarını mı kaybetti ?
Celalettin BASIK.

29 Ekim 2009 Perşembe

MAKALE II

GÖÇLER ve ROMA İMPARATORLUĞU (Bölüm 2)

Bu metnin tamamının hazırlanmasında Jacques ATTALİ’nin L’Homme Nomade adlı kitabından alıntılanan “Pour En Finir Avec L’Empire Romain” alt başlıklı yazısı temel oluşturmuş, Stephan Williams ve Gerard Friell’in Survival of the Roman Empire adlı makalesinden yararlanılmıştır.

360-363 yılları arasında İmparator olacak olan Julien (ki aynı zamanda son pagan imparatordur) 350 yılında Galya valisi olarak Franklar’ın ve Alamanlar’ın İmparatorluk sınırları içinde yerleşmelerine izin verdi. İmparator olunca Sasaniler’e karşı giriştiği seferde Batı ve Kuzey ordularından oluşturduğu uyumsuz birlikler Persler karşısında yenildi. Daha sonraki, eş İmparatorlardan batıdaki II.Valentinianus (h.371-392) ordunun Romalı kimliğinin kaybolmaması, barbar kökenli generallerin yüksek mevkilere gelmelerini frenlemek için bunların Roma yurttaşlarıyla evlenmelerini yasaklamaya çalıştı. Fakat bu sonuçsuz bir girişimdi.
375ler’de Hunlar’ın Karadeniz kıyılarına kadar gelmiş olmaları Roma İmparatorluğu için bir yüzyıl sürecek bir dağılma sürecinin de başlangıcı oldu.
Bu yıllarda 20.000 savaşçı ve arkalarında sayıları yüzbini geçen aileleri, esirleri, zanaatkarları ve hizmetlileriyle Hunlar, Romanya ovalarına yerleşmiş olan Vizigotları Tuna’nın güneyine Roma topraklarının içlerine doğru sürmeye başladılar. Vizigotlar’ın topraklarına girmesine direnen Roma Ordusu ile Vizigotlar sonunda 378 yılında Edirne’de karşı karşıya geldi ve “barbarlar” ilk kez Roma’ya karşı kesin bir zafer kazandılar. İmparator Valens de (doğudaki eş-İmparator 364-378) bu savaşta öldü. Sonunda 382’de I. Teodosius (h 379-395) Vizigotlar’la anlaşmak zorunda kaldı ve onların kendi liderlerinin yönetimi altında imparatorluk toprakları üzerinde Makedonya’da yerleşmelerini kabul etti. Vizigotlar da foederati olarak sınırları başka kavimlerin saldırılarına karşı kendi liderlerinin komutası altında savaşarak koruyacaklardı. I.Teodosius’un umudu “barbarların” zaman içinde asimile olmalarıydı.
Teodosius 395 de ölünce imparatorluğun yönetimi henüz çocuk olan iki oğlu Arkadius ve Honorius (ki kendisi zeka özürlüdür) arasında paylaştırılır. Hanedanlığın sürdürülmesi güçler arası dengenin dayatması sonucudur. Arkadius Konstantinopolis’te, Honorius Ravenna’da oturdular. Batı’da iktidar gerçekte Germen kökenli Vandal bir aileden gelen general Stilicho’nun ellerindeydi, imparator naibiydi. Kendisini öncelikle Galya’nın, İtalya’nın ve Tuna boyundaki eyaletlerin savunmasına odaklamıştı.
Bu arada I.Konstantin’den başlayarak I.Teodosius’un ölümüne kadar geçen süreçte (325- 395) imparatorluk coğrafyasının inanç dünyasında etkisi insanlığı temelinden etkilemiş olan büyük bir değişim yaşanmıştır. 312 Milano Fermanı ile tolere edilen, Konstantin ile koruma altına alınan Hıristiyanlık Teodosius zamanında devlet dini olmuş, pagan inançlar yasaklanmıştır.İmparatorluğu tehdit eden göçebe kavimler de (Hunlar hariç) yavaş yavaş Hıristiyanlığı kabullenmişlerdir. Ne var ki onlar İznik Konsili (324) sonucu sapkın ilan edilen Arius’un başını çektiği Arianizmi benimsemişlerdir.
Makedonya’ya yerleştirilmiş olsalar da, hem Romalı otoriteler hem de yerli halk tarafından gördükleri kötü muamele ve Hunlar’ın baskısının sonucu Vizigotlar 402 yılında anlaşmayı bozdular, önce Yunanistan’ın içlerine saldırıp yağmalamaya başladılar, daha sonra da, Doğu yönetiminin yönledirmesiyle İtalya’ya yöneldiler.Başlarında kendisini kral ilan eden Alarik (h 395- 410) vardı. Stilicho bunları birkaç defa yendiyse de nedense ortadan kaldırmadı. Hem Vizigotlar’a karşı hem de Afrika’da çıkan isyanı bastırmak için Britanya’daki kuvvetleri ve Ren boyunca sınırları savunmakla görevli birlikleri yardım için İtalya’ya çağırdı. Britanya böylece elden çıktı. Ren sınırları savunmasız kaldı ve germanik kabileler, Alamanlar, Burgonlar, Vandallar, Franklar ve diğer Germen kabileler bunu firsat bilerek Galya ve İspanya’ya Roma topraklarının içlerine kadar girip yerleştiler.
(Devam edecek...)

19 Ekim 2009 Pazartesi

MAKALE II

GÖÇLER ve ROMA İMPARATORLUĞU

(Bölüm 1)


Bu metnin tamamının hazırlanmasında Jacques ATTALİ’nin L’Homme Nomade adlı kitabından alıntılanan “Pour En Finir Avec L’Empire Romain” alt başlıklı yazısı temel oluşturmuş, Stephan Williams ve Gerard Friell’in Survival of the Roman Empire adlı makalesinden yararlanılmıştır.

M.S. ilk yüzyılla birlikte Roma zayıflama sinyalleri vermeye başlayınca çevresindeki halkların saldırılarına uğramaya başladı. Akdeniz çanağı çevresine sahip olarak Roma İmparatorluğu’nun batı sınırları Atlantik’e, doğu sınırları Fırat Nehri’ne kadar uzanıyor, Ren Nehri, Kara Ormanlar, Tuna Nehri ve Karadeniz çizgisi Roma dünyası ile Barbar denilen göçebe halklar arasındaki sınırları oluşturuyordu. Milat’tan hemen sonraki ilk yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu açısından bu sınırlar aynı zamanda kontrol edilebilirliğin de sınırlarını oluşturuyordu. Roma tehdidi altında olan halklarla, Roma’ya bağlı olup da bu bağımlılıktan kurtulmak isteyenler harekete geçtiler, kimi İmparatorluğu yıkmayı kimileri de Roma topraklarından kendilerine bir yurt kopartmayı hedefliyordu. Yüzyıllar süren bu sürece kimileri “Barbarların istilası” kimileri de “Kavimler göçü” (Völkerwanderung) dedi. Bir başka açıdan bakınca göçebe kuzey halklarının yerleşik güney halklarının topraklarında var olma mücadelesi vermeleriydi.Atlantik kıyılarında, Japon Deniz’i kıyılarına kadar aynı serüven yaşanıyordu.
II. Yüzyılın başlarında bu dış baskı karşısında Hadrianus Roması bir savunma stratejisi benimsedi. 117 yılında Ren Nehri boyunca limes denilen birlikleri güçlendirdiler, Britanya adasında Hadrianus surlarını inşa ettiler. Bunu sınırların muhafazasında bir çare olarak bazı kavimlere “foederati” lik, yani sınırların başka halkların saldırılarına karşı savunulması koşuluyla yerleşme izni verilmesi takip etti.Bir tür müttefik kabul edilen bu kavimler kendi liderleri tarafından yönetiliyorlar ve gene onların komutası altında Roma ordusunun yanında savaşıyorlardı.
Bu arada III.yüzyılda İmparatorluğun yaşadığı uzun süreli kaos, isyanlar, iktidar kavgaları ve iç savaşlar, ağır vergiler salınmasına, idari sistemin çökmesine, şehirlerin dağılmasına, toprak sisteminin bozulmasına, tarımın zayıflamasına, yollarda güvenin kalmaması ulaşım ve gıda naklinin zaafa uğramasına, merkezi otoritenin sarsılmasına ve genel olarak ahlaki bir çöküntünün yaşanmasına neden oldu. Şehirler ve başlıca yerleşim yerleri dağıldı, nufüs kayıpları yaşandı ve Roma’nın savunma gücü büyük ölçüde zayıfladı.

284 yılında Diokletianus merkezi otoriteyi tekrar sağlamayı başardı fakat pratik nedenlerle, yönetsel bir çare olarak İmparatorluğu ikiye böldü ve Maximianus ile paylaştı. Kendilerinden sonra kimlerin geleceğini de (sezarları) belirleyerek tetrarki denen dörtlü yönetimi getirdi. Orduyu kuvvetlendirmek için asker sayısını arttırmak istedi fakat askere almak için yeterli sayıda Roma vatandaşı bulamadı. Bu nedenle “foederati” denilen müttefik kavimlerden, Germen kökenli bir halk olan Franklar’dan asker topladı. Daha sonra 330’da ardılı Konstantin bu tür askerlerin yüksek rütbelere çıkabilmelerine imkan tanıdı.Diokletianus ve Konstantin İmparatorluğu yeniden biçimlendirdiler, Konstantin başkenti kendi kurduğu (11 Mayıs 330) ve adını alacak olan şehre Konstantinopolis’e taşıdı ve Hıristiyanlık onun sayesinde devlet himayesine girdi. Moral çöküntüye çare olarak gecikmeli de olsa bu din benimsendi.

29 Eylül 2009 Salı

Bir Kitap: BİZANS ve OSMANLI / Marcel Balivet

BİZANS ve OSMANLI/Marcel Balivet

Alkım Yayınevi

Türklerin Anadolu’ya, özellikle Balkanlara yerleşmesi genel olarak kaba kuvvete, kılıç gücüne bağlanır. Bu bir Paul Wittek kuramıdır ve peşin hükümlülerce itibar gören bir yaklaşımdır.

Karadeniz’in kuzeyinden, Ukrayna steplerinden geçip kılıç gücüyle Balkanlar’dan Avrupa içlerine kadar fetihlerde bulunan Türk kavimler olmuştur ama bunların bir kısmı silinip gitmiş (Hunlar, Peçenekler) bir kısmı da dil, din veya hem din hem de dil olarak karıştıkları coğrafyanın halkları tarafından etkilenmişlerdir. (Bulgarlar, Macarlar)

Hazar’ın güneyinden İran üzerinden Müslüman olarak Anadolu’ya gelen Türklerin Hazar’ın ve Karadeniz’in kuzeyinden geçen halklarla bir tutulmaması gerekir. Selçuklu Türkleri, diğer Türk Beylikleri ve nihayet Osmanlı Türkleri hem Anadolu’ nun hem de Balkanların kazanılmasında sadece silah gücüyle yetinmemişler, söz konusu toprakların kültürel ve dini birikimlerinden yararlanmasını bilmişlerdir. Bu becerileri asırlar boyunca farklılıkları bir arada bir arada barış içinde tutabilmiştir.

Marcel Balivet, Bizanslı Ortodoks Hıristiyan keşişlerin, Türk mistiklerin, dervişlerin ve Bektaşilerin, Yahudilerin “bir evliya herkesin evliyasıdır” anlayışıyla özellikle Balkanlar’da dokudukları ortak yaşam koşullarını, XIII-XV yüzyıl koşullarını, bu koşullardan bir İmparatorluk çıkaran bilinçli devlet adamlarını Bizans ve Osmanlı adlı kitabında kaynaklara dayanarak anlatıyor.

Kitabın ismi Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları hakkında kapsamlı bir karşılaştırma ve değerlendirme beklentisi yaratıyorsa da anlatının inanç zemininde dinler arası geçişkenliklerle sınırlı olduğunu belirtelim.

İyi okumalar.

Celalettin BASIK

16 Eylül 2009 Çarşamba

Makale I.

Ne zaman kuruldu ?

Alttaki satırlar kesin bir kanaatin ifadesi değil.
Okurken akıldan geçen soruları yansıtıp muhtemel yanıtları araştırmak.
Bir nevi tartışmaya çağrı.
İtirazı olanlar, yanlış bulanlar, eksiklikler görenler.
Hadi buyrun !

Bizans İmparatorluğu’nun yıkılış tarihi konusunda bir tereddüt yoktur.
Fatih Sultan Mehmet önderliğindeki Osmanlı orduları tarafından 29 Mayıs 1453 yılında varlığına son verilmiştir.
Oysa başlangıç tarihi tartışmalıdır.
Genelde I. Konstantin (M.S 324-337) ile, Konstantinopolis’in kuruluşuyla başladığı kabul edilse de bu tarihe itirazı olanlar vardır.
Hıristiyanlığın devlet dini olarak kabul edilmesi I. Teodosius (379-395) zamanında gerçekleştiği için kimilerine göre başlangıç I. Teodosius’un iktidar dönemidir.
Bazılarınca bu tarih daha ileriye alınmaktadır.
Esas başlangıç devletin Helenleştiği, kanunların Yunanca'ya çevrildiği, idari yapının baştan düzenlediği bir dönem olan Heraklius’un saltanat dönemidir (610-641).
Tarihi daha eskiye itenler de var.
50 yılı aşkın kaos ve iç savaştan sonra imparator olan Diokletianus (284- 305) iç savaşlara son vermiş, merkezi yönetimin otoritesini geri getirmiş, eyalet yönetimlerinde askeri ve sivil yetkileri ayırmış, dörtlü yönetimi (tetraşi) düzenlemiştir, yıkımı önlemiştir.Bu nedenle başlangıç onun iktidar dönemi olmalıdır diyenlerde vardır.
Gerçekte sorun Roma İmparatorluğu ile Makedonya’dan itibaren Fırat’a kadar doğuya uzanan devleti Roma’dan farklılaştırma israrından kaynaklanmaktadır. Farklılaştırma gayretleri 800 yılına Papa III.Leo’nun Şarlman’a taç giydirip onu İmparator ilan etmesine kadar gitmektedir. O zaman Papa’nın başını çektiği Batı tarafından Yunan olarak vurgunlanmak istenen İmparatorluk nihayet 16.yüzyılda, Alman tarihçi Hieronymus Wolf tarafından Bizans olarak adlandırılmış ve bu ad genel olarak kabullenilmiştir.
Bunun çeşitli nedenleri var. En gülümsetici olanı ise “sınırları içinde Roma şehri olmayan bir imparatorluğa nasıl Roma İmparatorluğu denir” itirazıdır. Roma İmparatorluğu bir şehir devleti değildir ki !!
J. J. Norwich’e göre de Roma İmparatorluğu’na Bizans İmparatorluğu demek Amerika Birleşik Devletleri’ne New Amsterdam Devleti demek kadar tuhaftır.
Fazla dağılmadan sonuca varalım.
Bizans İmparatorluğu’nun bir kuruluş tarihi yoktur çünkü Bizans İmparatorluğu diye bir devlet hiç olmamıştır.
Bir cumhuriyet olan Roma Devleti Octavius zamanında (M.Ö.27- M.S.14) İmparatorluğa dönüşmüş ve kendisini de Augustus ünvanı verilmiştir.
İmparatorluğun uğradığı en büyük değişim dini açıdan olmuş, Konstantin zamanında başlayan devletin Hıristiyanlaşma süreci I. Teodosius zamanında tamamlanmış devlet teokratik bir nitelik kazanmış, Hıristiyanlık devlet dini olmuştur. Mutlaka farklı bir tanım yapılması gerekliyse Bizans yerine Hıristiyan Roma İmparatorluğu demek daha doğru olmaz mı acaba ?

11 Eylül 2009 Cuma

BİZANS TARİHİNE OLAN İLGİM

Bizans Tarihi’ne amatörce bir ilgim var.

2004 yılında emekli olunca oturup büyüdüğüm semtler olan Yedikule ve Heybeliada konusunda bilgilenmek ve becerebilirsem tanıtıcı birşeyler yazmak istedim.
Okuduğum tüm kaynaklarda doğal olarak karşıma Osmanlı İmparatorluğu ve bir o kadar da Bizans İmparatorluğu çıktı.Osmanlı İmparatorluğu tarihini dört dörtlük bilmesem de nispeten aşinaydım fakat Bizans tarihini hiç bilmiyordum.

Ostrogorski’nin Bizans Devleti Tarihi kitabını okuyunca bu imparatorluğun tarihinin benim için bir çok bilinmeyenin kapısını açacağını gördüm.
Avrupa’nın nasıl Avrupa olduğunu; Avrupalı toplumların bugün yerleştikleri topraklara nerelerden nasıl geldiklerini, kimin kimi yurdundan ettiğini; doğu-batı ve kuzey-güney ekseninde Anadolu’nun çevresinde tarihin nasıl seyrettiğini, Hıristiyanlığı, Batı Uygarlığını, İslamiyeti, İslam Uygarlığı’nı, İslam Uygarlığı’nın bugünün batı dünyasına nasıl hayat ve ivme verdiğini, laiklik ve teokrasi tartışmalarında kilise ve devletin çatısmasını, sezaropapist hükümdar karşısında ruhbanın direncini, Balkanların demokrafik, siyasal, kültürel ve inançsal biçimlenişini, Türklerin Balkanlara yerleşmesinde dervişlerin işlevini, Osmanlı’nın Bizans’ı silerken Ortodoksluğa nasıl sahip çıktığını....ve bir dizi zincirleme olguyu öğrenme ve düşünme fırsatı buldum. Bir çok ta cevabını bilemediğim soru işareti belirdi kafamda.

Ostrogorski’yi Lemerle, J.B.Bury, Levçenko, Diehl, J. J.Norwich, Runciman, Dukas, F.Köprülü, E.Barker, S. Dikici, Mango, R. Browning vb... takip etti. A.A.Vasiliev’in iki cilt olan Bizans İmparatorluğu Tarihi’ni İngilizce’den tercüme ettim, basılmasını bekliyorum. Bunun yanında İznik İmparatorluğu hakkında bir derleme yapmaya çabalıyorum. İkonaklazm kafamı oldukça meşgul ediyor, bir derleme de o konuda yapmak istiyorum. İlgi duyan arkadaşlarıma zaman zaman “lecture” verdiğim de oluyor. Fakat akademik bir ortamın eksikliğini her zaman hissediyorum. Bu bloga girişmemin nedeni de bu.

Bana göre gerçek tanımı Hıristiyan Roma İmparatorluğu olması gereken ve 16.yy’dan sonra Bizans olarak adlandırılan imparatorluğun tarihi özellikle biz Türkler için mutlaka bilinmesi gereken bir gerçek ve geniş açılı bi perspektif.

Celalettin BASIK

SUNUŞ

Bu blog Bizans İmparatorluğu tarihine ilgi duyanların bilgilerini paylaştıkları, kafalarda soru işareti doğuran konularda fikir alışverişinde bulundukları, ilgili yayınlardan,kitap olsun,dergi olsun, makale olsun birbirlerini haberdar ettikleri bir tartışma platformu olsun istedim.

Sadece okumak her zaman yeterli olmayabiliyor. Okuyarak edinilenlerin sorgulanması, farklı perspektiflerden irdelenmesi gerekiyor. Üstünde durulan konu ancak bu yolla tek boyutluluğun sınırlarını aşabiliyor. Akademik ortamdan uzak olan özenli amatör meraklılar için sanal bir akademik ortam oluşturmaya çalıştım.

Tarih bugünü anlamanın bir anahtarı. Bizans Tarihi de Avrupa’nın, Balkanlar’ın, Kavimler Göçü’nün, Hıristiyanlığın, feodalitenin, batı monarşilerinin, İslamiyet’in doğuşu ve yayılmasının,Türkler’in Dicle ve Fırat’ın doğusundan gelip Avrupa’nın içlerine kadar uzanmasının, Selçuklular’ın,Osmanlılar’ın ve geçmişte yaşanmış sayısız gelişmenin
anlaşılmasında önemli ipuçlarına sahip.

Okudukça insanın kafasında birçok soru işareti beliriyor: Hıristiyanlığa 300 yıldan fazla gaddarça direnen imparatorluk sonunda neden bu dini devlet dini olarak benimsedi? 395’te ikiye bölündü, 476’da Batı Roma ortadan kalktı demek doğru bir anlatım mı? Bizans ne kadar Helendi, İkonaklazm dini bir girişim miydi yoksa dini zemine çekilmiş bir reform hareketi miydi? Avrupalı toplumların hepsi her zaman bugün bulundukları coğrafyada mı yerleşiktiler? 1082’de Venedikliler ile yapılan ticaret anlaşmasıyla 1838 Baltalimanı anlaşması ne oranda kıyaslanabilir; Hesikastlar’la müslüman sufilerin meşvereti Türkler’in Anadolu ve Balkanlar’a yerleşmesinde yardımcı bir etken olmuş mudur? Osmanlı İmparatorluğu olmasa Ortodoksluk Balkanlar’da varlığını sürdürebilir miydi? gibi soruların yanıtlarına yalnızca okuma edimiyle yeterince ulaşılamıyor.

Bloğumuzu becerip yeterince duyurabilir, sürekliliğini sağlayacak emeği ortaya koyabilirsek kısmen dahi olsa bu türden soruların yanıtlarına ulaşılabilecek, adı dahi tartışma konusu olan Bizans İmparatorluğu Tarihi’ne ilgi duyanlar için yararlı bir ortam sağlamış olacağımıza inanıyorum.

Buyrun siz de katılın.

Saygılarımla,
Celalettin BASIK