29 Ekim 2009 Perşembe

MAKALE II

GÖÇLER ve ROMA İMPARATORLUĞU (Bölüm 2)

Bu metnin tamamının hazırlanmasında Jacques ATTALİ’nin L’Homme Nomade adlı kitabından alıntılanan “Pour En Finir Avec L’Empire Romain” alt başlıklı yazısı temel oluşturmuş, Stephan Williams ve Gerard Friell’in Survival of the Roman Empire adlı makalesinden yararlanılmıştır.

360-363 yılları arasında İmparator olacak olan Julien (ki aynı zamanda son pagan imparatordur) 350 yılında Galya valisi olarak Franklar’ın ve Alamanlar’ın İmparatorluk sınırları içinde yerleşmelerine izin verdi. İmparator olunca Sasaniler’e karşı giriştiği seferde Batı ve Kuzey ordularından oluşturduğu uyumsuz birlikler Persler karşısında yenildi. Daha sonraki, eş İmparatorlardan batıdaki II.Valentinianus (h.371-392) ordunun Romalı kimliğinin kaybolmaması, barbar kökenli generallerin yüksek mevkilere gelmelerini frenlemek için bunların Roma yurttaşlarıyla evlenmelerini yasaklamaya çalıştı. Fakat bu sonuçsuz bir girişimdi.
375ler’de Hunlar’ın Karadeniz kıyılarına kadar gelmiş olmaları Roma İmparatorluğu için bir yüzyıl sürecek bir dağılma sürecinin de başlangıcı oldu.
Bu yıllarda 20.000 savaşçı ve arkalarında sayıları yüzbini geçen aileleri, esirleri, zanaatkarları ve hizmetlileriyle Hunlar, Romanya ovalarına yerleşmiş olan Vizigotları Tuna’nın güneyine Roma topraklarının içlerine doğru sürmeye başladılar. Vizigotlar’ın topraklarına girmesine direnen Roma Ordusu ile Vizigotlar sonunda 378 yılında Edirne’de karşı karşıya geldi ve “barbarlar” ilk kez Roma’ya karşı kesin bir zafer kazandılar. İmparator Valens de (doğudaki eş-İmparator 364-378) bu savaşta öldü. Sonunda 382’de I. Teodosius (h 379-395) Vizigotlar’la anlaşmak zorunda kaldı ve onların kendi liderlerinin yönetimi altında imparatorluk toprakları üzerinde Makedonya’da yerleşmelerini kabul etti. Vizigotlar da foederati olarak sınırları başka kavimlerin saldırılarına karşı kendi liderlerinin komutası altında savaşarak koruyacaklardı. I.Teodosius’un umudu “barbarların” zaman içinde asimile olmalarıydı.
Teodosius 395 de ölünce imparatorluğun yönetimi henüz çocuk olan iki oğlu Arkadius ve Honorius (ki kendisi zeka özürlüdür) arasında paylaştırılır. Hanedanlığın sürdürülmesi güçler arası dengenin dayatması sonucudur. Arkadius Konstantinopolis’te, Honorius Ravenna’da oturdular. Batı’da iktidar gerçekte Germen kökenli Vandal bir aileden gelen general Stilicho’nun ellerindeydi, imparator naibiydi. Kendisini öncelikle Galya’nın, İtalya’nın ve Tuna boyundaki eyaletlerin savunmasına odaklamıştı.
Bu arada I.Konstantin’den başlayarak I.Teodosius’un ölümüne kadar geçen süreçte (325- 395) imparatorluk coğrafyasının inanç dünyasında etkisi insanlığı temelinden etkilemiş olan büyük bir değişim yaşanmıştır. 312 Milano Fermanı ile tolere edilen, Konstantin ile koruma altına alınan Hıristiyanlık Teodosius zamanında devlet dini olmuş, pagan inançlar yasaklanmıştır.İmparatorluğu tehdit eden göçebe kavimler de (Hunlar hariç) yavaş yavaş Hıristiyanlığı kabullenmişlerdir. Ne var ki onlar İznik Konsili (324) sonucu sapkın ilan edilen Arius’un başını çektiği Arianizmi benimsemişlerdir.
Makedonya’ya yerleştirilmiş olsalar da, hem Romalı otoriteler hem de yerli halk tarafından gördükleri kötü muamele ve Hunlar’ın baskısının sonucu Vizigotlar 402 yılında anlaşmayı bozdular, önce Yunanistan’ın içlerine saldırıp yağmalamaya başladılar, daha sonra da, Doğu yönetiminin yönledirmesiyle İtalya’ya yöneldiler.Başlarında kendisini kral ilan eden Alarik (h 395- 410) vardı. Stilicho bunları birkaç defa yendiyse de nedense ortadan kaldırmadı. Hem Vizigotlar’a karşı hem de Afrika’da çıkan isyanı bastırmak için Britanya’daki kuvvetleri ve Ren boyunca sınırları savunmakla görevli birlikleri yardım için İtalya’ya çağırdı. Britanya böylece elden çıktı. Ren sınırları savunmasız kaldı ve germanik kabileler, Alamanlar, Burgonlar, Vandallar, Franklar ve diğer Germen kabileler bunu firsat bilerek Galya ve İspanya’ya Roma topraklarının içlerine kadar girip yerleştiler.
(Devam edecek...)

19 Ekim 2009 Pazartesi

MAKALE II

GÖÇLER ve ROMA İMPARATORLUĞU

(Bölüm 1)


Bu metnin tamamının hazırlanmasında Jacques ATTALİ’nin L’Homme Nomade adlı kitabından alıntılanan “Pour En Finir Avec L’Empire Romain” alt başlıklı yazısı temel oluşturmuş, Stephan Williams ve Gerard Friell’in Survival of the Roman Empire adlı makalesinden yararlanılmıştır.

M.S. ilk yüzyılla birlikte Roma zayıflama sinyalleri vermeye başlayınca çevresindeki halkların saldırılarına uğramaya başladı. Akdeniz çanağı çevresine sahip olarak Roma İmparatorluğu’nun batı sınırları Atlantik’e, doğu sınırları Fırat Nehri’ne kadar uzanıyor, Ren Nehri, Kara Ormanlar, Tuna Nehri ve Karadeniz çizgisi Roma dünyası ile Barbar denilen göçebe halklar arasındaki sınırları oluşturuyordu. Milat’tan hemen sonraki ilk yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu açısından bu sınırlar aynı zamanda kontrol edilebilirliğin de sınırlarını oluşturuyordu. Roma tehdidi altında olan halklarla, Roma’ya bağlı olup da bu bağımlılıktan kurtulmak isteyenler harekete geçtiler, kimi İmparatorluğu yıkmayı kimileri de Roma topraklarından kendilerine bir yurt kopartmayı hedefliyordu. Yüzyıllar süren bu sürece kimileri “Barbarların istilası” kimileri de “Kavimler göçü” (Völkerwanderung) dedi. Bir başka açıdan bakınca göçebe kuzey halklarının yerleşik güney halklarının topraklarında var olma mücadelesi vermeleriydi.Atlantik kıyılarında, Japon Deniz’i kıyılarına kadar aynı serüven yaşanıyordu.
II. Yüzyılın başlarında bu dış baskı karşısında Hadrianus Roması bir savunma stratejisi benimsedi. 117 yılında Ren Nehri boyunca limes denilen birlikleri güçlendirdiler, Britanya adasında Hadrianus surlarını inşa ettiler. Bunu sınırların muhafazasında bir çare olarak bazı kavimlere “foederati” lik, yani sınırların başka halkların saldırılarına karşı savunulması koşuluyla yerleşme izni verilmesi takip etti.Bir tür müttefik kabul edilen bu kavimler kendi liderleri tarafından yönetiliyorlar ve gene onların komutası altında Roma ordusunun yanında savaşıyorlardı.
Bu arada III.yüzyılda İmparatorluğun yaşadığı uzun süreli kaos, isyanlar, iktidar kavgaları ve iç savaşlar, ağır vergiler salınmasına, idari sistemin çökmesine, şehirlerin dağılmasına, toprak sisteminin bozulmasına, tarımın zayıflamasına, yollarda güvenin kalmaması ulaşım ve gıda naklinin zaafa uğramasına, merkezi otoritenin sarsılmasına ve genel olarak ahlaki bir çöküntünün yaşanmasına neden oldu. Şehirler ve başlıca yerleşim yerleri dağıldı, nufüs kayıpları yaşandı ve Roma’nın savunma gücü büyük ölçüde zayıfladı.

284 yılında Diokletianus merkezi otoriteyi tekrar sağlamayı başardı fakat pratik nedenlerle, yönetsel bir çare olarak İmparatorluğu ikiye böldü ve Maximianus ile paylaştı. Kendilerinden sonra kimlerin geleceğini de (sezarları) belirleyerek tetrarki denen dörtlü yönetimi getirdi. Orduyu kuvvetlendirmek için asker sayısını arttırmak istedi fakat askere almak için yeterli sayıda Roma vatandaşı bulamadı. Bu nedenle “foederati” denilen müttefik kavimlerden, Germen kökenli bir halk olan Franklar’dan asker topladı. Daha sonra 330’da ardılı Konstantin bu tür askerlerin yüksek rütbelere çıkabilmelerine imkan tanıdı.Diokletianus ve Konstantin İmparatorluğu yeniden biçimlendirdiler, Konstantin başkenti kendi kurduğu (11 Mayıs 330) ve adını alacak olan şehre Konstantinopolis’e taşıdı ve Hıristiyanlık onun sayesinde devlet himayesine girdi. Moral çöküntüye çare olarak gecikmeli de olsa bu din benimsendi.